NORŞİN BİR AŞKTIR
NURŞİN NERESİDİR?

Bir ilim ve irfan merkezi olan, Bitlis ile Muş arasındaki Nurşin; dağ eteklerine kurulmuş, ismi ile müsemma, nurdan gelen yüce gönül sultanlarının yetiştiği yerdir. Nurşin'in kelime anlamı; "nurun yayıldığı, yeşerdiği yer" dir. Beldeleri güzel ve anlamlı kılan insanlardır. O beldelerde yetişen insanların oralara ektikleri ufak tohumların yetişmesi, kök salması ve ulu bir ağaç hâline gelmesidir oraları anlamlı kılan. Geçmişten bugüne binlerce evliyanın ve ulemanın mürebbiliğini yapmış
(1) Abdurrahman-ı Taği (k.s.); Nurşin'e gelip yerleşmeseydi, binlerce gönül sultanını yetiştirmeseydi Nurşin'in bugün diğer ilçelerden ne farkı olurdu? Şu kısa anlatım, bize Allah (c.c) için yapılan işin ve edebin ne güzel neticeler verdiğini göstermektedir: Osman Bey, bir gün Şeyh Edebali'nin evinde misafir olmuştu. Gece vakti hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekildi. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kur'an-ı Kerim'e saygısından dolayı yatamadı. Kuran'ı alıp okumaya başladı. O gece sabaha kadar Kur'an-ı Kerim okudu. Tam altı saat... Hikmet-i İlahi... Osman Gazi Han'ın Kuran'a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate bir asır lütuf edilmiş ve hanedanı 6 asır hükümdar olmuştur yedi cihana. İşte Nurşin de bir edep, takva, arifler diyarıdır... Bir dua, insanlık için ne kadar önemlidir? Duanın insan hayatında ehemmiyeti nedir? Belki bugün unutulmuştur. Fakat tarih bize defaatle bir duanın insan ve insanlık için ne kadar önemli olduğunu devamlı hatırlatır. Sünnet-i seniyyeye tam uyan, ilmiyle amil ve mana arkasında saf tutan, bütün evliyaya imamet etmiş Abdurrahman-ı Taği (k.s) Hazretleri de bu imametliğini kıyamete kadar devam edeceğini Gavs-ı Hızan'ın teyidi ile tasdik ettirmiştir.
(2) Şeyhi Seyyid Sıbğatullah-i Arvasi Hazretleri sekr hâlindeyken; "Şu an ettiğiniz dualar Allah katında kabul olunur, isteyin." denildiğinde kendisi için bir şey istemedi, "İlim ve nispet kıyamete kadar ailemden eksik olmasın." duasını etti. Duası Allah (c.c) katında kabul oldu.
(3) Seyyid Sıbğatullah-i Arvasi Hazretleri'nden irşad izni aldıktan sonra Rusya taraflarına gitmek isteyen Abdurrahman-ı Taği'ye (k.s) şeyhi Nurşin tarafına gitmesini, o bölgenin İslama çok hizmet ettiğini, Nurşin'deki insanların manevi eğitimleri ile ilgilenmesini söyler. Abdurrahman-ı Taği (k.s), bu işaret üzere Tağ köyüne yerleşerek Tağ Medresesi'ni kurdu. Bu medreseyi kurduktan bir müddet sonra da Nurşin'e geçti ve bugün Nurşin Medresesi diye anılan medreseyi kurdu.
(4)Şeyh Abdurrahman-ı Taği'nin (k.s) medreseyi kurmasıyla birlikte bölgede mevcut olan aile ve aşiretler arası geçimsizlik sona ermiştir. İslam eğitim tarihi içinde müstesna bir yeri bulunan Osmanlı medreseleri, orta ve yüksek tahsilin gerçekleştirildiği müesseselerdi. Medrese, memleketin ihtiyaç duyduğu kültürü veren ve elemanları yetiştiren bir eğitim ve öğretim kuruluşudur. Daha önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı'da da şahıslar tarafından tesis edilen ve devam etmesi için vakıflar kurulan medreselerin hocaları "müderris" (profesör) adıyla anılırdı. Medreselerin başında bulunan müderrislerin birçoğu "mürşid-i kâmil" olarak vasıflandırılan tasavvuf eğitimi almış kişilerdir. Mürşid-i kâmil ise, sırat-ı müstakimi (dosdoğru yol, yani İslamı) gösteren, dalaletten hidayete sevk eden kişidir. Mürşid-i kâmil, tasavvufta seyr-ü sülûkunu tamamlayan, irşada ehliyetli ya da icazetli olan kişiler için kullanılan bir tabirdir. Şeyh ile aynı manaya gelir. Şeyh-i terbiye, şeyh-i irşad, şeyh-i taslik de denilen şeyh-i tarikat ise, mürid ve müntesiblerini tasavvuf yolunda eğitip yetiştirerek Allah'a (c.c) ulaştıran önderdir. Eğer biz bugün Nurşin'i inceleyecek olursak iki yönü ile bu beldeyi ele almamız gerekir:
1. Nurşin medreseleri ve hizmetleri
2. Nurşin'in yetiştirdiği mutasavvıflar Bu iki konu, hem birbirine bağlı hem birbirinden bağımsızdır. Yine birbirinden ayrılmaması gereken iki unsur olan ilim ve amel gibi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: "Bana şerden sormayınız, hayırlı şeyleri sorunuz." ve bunu üç kez tekrarladı. Sonra "Şerlerin en kötüsü, âlimlerin kötü olmasıdır; hayırların en iyisi de âlimlerin hayırlı olmasıdır."
(5) Eğer insanlara ilim öğretip onların öğrendikleri ile amel etmelerini sağlanmazsa enaniyet sahibi, kibirli, kendinden başkasını düşünmeyen, âlimlerden kaçan, milletin bekasının aksine milleti bölmeye parçalamaya çalışan bir grup yetiştirilir. Bu gün toplumun çeşitli kesimlerinde bu müşahede edilmektedir. Zamanımızdaki böyle örneklerin toplumu iyi yönde etkileyemedikleri görülmektedir. Bu örneklerin aksine Nurşin'de yetişmiş mutasavvıfların ilim ve ameli birleştirme hususunda ne kadar başarılı oldukları görülmektedir. Çünkü medrese eğitimi ve tasavvuf birleşince âlimlerin hayırlıları ortaya çıkmaktadır. Nurşin'de yetişmiş mutasavvıfların diğerlerinden farklı vasıfları vardır. Diğer şeyhler arasında sivrilmek, öne çıkmak için çalışmazlar; müritlerinin çoğalması ile gösteriş yapmazlar. Nefsini bütünüyle alt ettiği, nefsinin tehlikelerini tamamen yok ettiği düşüncesinde değillerdir; halkın arasına karıştıklarında tüm varlıklarla ilişkisini kesebileceği özel bir halvet yeri ve zamanı olan insanlardır. Kendisine bağlanan müritlerine iyi davranır, diğer şeyhlere saygı gösterirler. Müritlerini sever, onları sağlık ve hastalıklarında yalnız bırakmazlar, haklarını yerine getirirler. Nefislerine karşı verdikleri savaşta zaaf gösteren müritlere hoşgörülü davranırlar; müritlerinden gelecek herhangi bir fayda ve hizmete tenezzül etmezler. Müritlerin kusurlarını yüzlerine vurmaz, onları dolaylı biçimde uyarırlar. Müritlerinde gördüğü değişiklikleri başkalarına açıklamazlar. Yukarıdaki bütün bu vasıfların, İslam tarihinde yaşamış büyük mutasavvıfların vasıfları olduğu görülür. Tasavvuf kaynaklarında; tasavvufi hayata girmek, bir mürşide bağlanmak isteyenler için gerçek bir şeyhte aranması gereken nitelikleri anlatılır. Bunların başlıcaları şöyle özetlenebilir: "Şeyh ilim, irfan ve eserleriyle temayüz etmiş olmalıdır. Veli olması yeterli değildir, aynı zamanda mürşid olmalıdır. Günlük hayatı müstakim olmalıdır. Belli bir tarikatın kuralları doğrultusunda tasavvufi eğitimini (seyr-ü süluk) tamamlamış olmalıdır. Müritlerini yetiştirmekteki yeteneği kabul edilmiş olmalıdır. Dini görevleri yerine getirmede ciddiyet sahibi olmalıdır. Tekelci olmamalı; kendi dışındaki şeyhleri kötülememeli, küçük görmemelidir. İnsanları eğitmek bir yetenek işidir. Öğretmek ve eğitmek herkesin yapabileceği bir iş değildir. Bu nedenle şeyh, Allah vergisi bir kabiliyete sahip olmalıdır." denilir. Nurşin'e gelip yerleşen şeyh Abdurrahman-i Taği (k.s), yukarda bahsedilen vasıflarla muttasıf birçok âlim ve mutasavvıf yetiştirdi. Bu vasıfları haiz, bütün güzellikleri şahsında toplamış olan bu mübarek insanlar; topluma çok büyük hizmetler yaptılar. Aynı vasıftaki eğitim Nurşin'de hâlen sürdürülmektedir. Bu medresede yetişenler arasında bugünkü nurun müellifi Said Nurşini yapılan hizmetin teaccübvari bir şekilde şöyle ifade etmektedir: "Nahiyemiz olan Hizan'a bağlı Isparit'da da birdenbire meşhur "Seyda" namında Şeyh Abdurahman-ı Tagi'nin himmet ve bereketiyle o kadar çok hocalar, âlimler ve talebeler çıktılar ki şimdi bir izhar ile kati kanaatim geldi ki "Seyda'nın yetiştirdikleri talebe arkadaşlarım, o üstatlar hükmünde olan hocalarım ve o mürşitlerim, şeyhlerim hissi kalple vuku, ruhu ile hissedip lüzumlu bir zamanda o talebeler içinde ve o hocaların şakirtleri içinde ve mürşitlerin müritleri için de parlak bir nur çıkacak ve ehl-i imanın imdadına yetişecektir."
(6) Bu sözlerde dikkat çeken yapılan ve yapılacak hizmetin ne derece ehemmiyetli olduğu ve Seyda-i Taği'nin ne büyük bir hizmete sahip olduğunu ifade etmektedir.
NURŞİN MEDRESESİ'NDE YETİŞEN ÂLİMLER
Nurşin Medresesi İslam âlemine şu ünlü din âlimlerini yetiştirdi: Şeyh Fethullah-i Verkansi (k.s),
Şeyh Alaaddin (k.s) ,
Şeyh Şefik Arvasi (k.s)
(Sultanahmet Camii eski imamı), Sadrettin Yüksel (k.s),
Molla Abdülhakim Arvasi(k.s),
Mehmet Emin Er Hoca(k.s),
Halil Gönenç (k.s)
(Urfa eski müftüsü), Ali Arslan (k.s)
(Tekirdağ eski müftüsü), Ahmet Meylani (k.s)
(Hidaye mütercimi), Mazhar Taşkesenoğlu (k.s)
(İbn Abidin mütercimi), Molla Hasip Seven (k.s)
(Kozluk eski müftüsü), Bediüzzaman Said-i Nursi (k.s) ,
Molla Muhammet Şirin (k.s) (Çanakkale eski müftüsü), Molla Asım Abidin (k.s)
(Beykoz-İstanbul eski müftüsü), Molla Muhyeddin (k.s),
Şeyh Halid (k.s),
Şeyh (k.s),
Molla Ramazan El Buti (k.s),
Molla Muhammed (k.s),
Mehmet Çağlayan Hoca (k.s)
(Muş ve Niğde eski müftüsü), Molla Abdülkerim Saruhan (k.s)
(Bitlis eski müftüsü), Molla Burhan (k.s)
(Tillo şeyhi) ŞEYH ABDURRAHMAN-I TAĞİ'NİN (K.S) HALİFELERİ
Fethullah Verkânîsî (k.s),
Abdurrahmân Nurşînî (k.s),
Molla Reşid Nurşînî (k.s),
Allâme Molla Halil Siirdî'nin torunu Abdülkahhâr (k.s),
Abdülkâdir Hizânî (k.s),
Seyyid İbrâhim Es'irdî (k.s),
Abdülhakîm Fersâfî (k.s),
İbrâhim Ninkî (k.s),
Tâhir Âbirî (k.s),
Abdülhâdî (k.s),
Abdullah Hurûsî (k.s),
İbrâhim Çokreşî (k.s),
Halil Çokreşî (k.s),
Ahmed Taşkesânî (k.s),
Muhammed Sâmî Erzincânî (k.s),
Abdullah Subaşı (k.s),
Halife Mustafa Bitlisî (k.s),
Hacı Süleymân Bitlisî (k.s),
Hacı Yûsuf Bitlisî (k.s),
Hacı Yûsuf Köşkî (k.s) 'dir.
Kendisine ittiba edenlerin imanlarını muhafaza edeceğini Rasullah'ın (s.a.v) kendisi ile konuşup haber verdiğini Seyda-i Taği'nin(k.s) has halifelerinden şeyh Fethullah Verkanisi (k.s) haber vermiştir.(7) Şeyh Fethullah Verkânîsî'nin (k.s) halîfesi Şeyh Muhammed Diyâüddîn Nurşînî (k.s), Abdurrahmân Tâgî'nin (k.s) oğludur. Abdurrahmân Tâgî'nin (k.s) sözlerini, halifelerinden Şeyh İbrâhim Çukrûşî (k.s) toplayarak kitap hâline getirmiş; kitaba "İşâret" ismini vermiştir. Bu kitap çok kıymetlidir. Abdurrahmân Tâgî'nin (k.s) oğlu Muhammed Diyâüddîn Nurşînî (k.s), Adıyamanlı Abdülhakîm Hüseynî Efendi'nin hocasıdır. Şeyh Muhammed Diyâüddîn Nurşinî (k.s), Hazret lakabı ile tanınıp geniş bir mürit kitlesine ulaşmıştır, öyle ki Hamidiye Alayları'nın ünlü paşalarını bile etkilemiştir. Şeyh Muhammed Diyâüddîn (k.s), Birinci Dünya Savaşı'nda milis kuvvetlerinin başında savaşa katılmış ve bir kolunu da kaybetmiştir.Bunun üzerine V. Mehmet Reşat kendisine protez bir kol ve Mecidiye Madalyası göndermiştir.(8) Şeyh Muhammed Diyâüddîn (k.s),1915'te Bitlis'te meydana gelen Molla Selim İsyanı'na katılmamıştır. Bu hâli, Mustafa Kemal'in dikkatini çekmiştir. Mustafa Kemal, 1919'da Sivas Kongresi'ne katılması yönünde kendisine bir mektup yazmış, kendisini kongreye davet etmiştir.(9) Şeyh Muhammed Diyâüddîn (k.s),toplam on beş halife bırakmıştır ve adeta velayetin ve ilmin zembereği sayılan Seyda-i Taği ve tasavvufun ve ilmin altın halkasını oluşturan zürriyeti oğlu Hazret'ten başlayan ve bugünkü Seyda Şeyh Fadlullah Rahmetullah'a kadar devam etmiştir.
(10) Hazret'in vefatından sonra bu geniş ailenin ve medresenin idaresini Şeyh Masum (k.s) devam ettirdi. Daha sonra Şeyh Maşuk (k.s) tasavvuf hizmetlerini geniş kesimlere ulaştırmıştır. Hazret'in torunlarından Şeyh Nasır'ın evlatları tasavvuf hizmetlerini sürdürmeye devam etmektedirler. Bunlardan başka Nurşin'e bağlı medreseler de vardır. Bitlis'in Mutki ilçesine bağlı Ohin, şimdiki adıyla Yukarı Koyunlu'da bir medrese bulunmaktadır. Ohin Medresesi'nin en ünlü şeyhi Şeyh Alauddin Efendi'dir. Şeyh Şeyh Muhammed Diyâüddîn'in (k.s) halifelerinden biri olan Alauddin (k.s), Molla Selim önderliğinde başlayan ayaklanmadan uzak durmuştur, o da Mecidiye Madalyası almıştır. Hazret'in (k.s) torunu Şeyh Fadlullah Hazretleri, Nurşin'in son dönemde yetiştirdiği tasavvufi açıdan Nurşin'in büyük bir açılım yapmasına sebep olan zatlardan biridir. O, Nurşin'i şu şekilde anlatır: "Nurşin, birçok şeyhin ve medresenin bir arada bulunduğu bir yerdir. İnsanlar birbirine saygı ve edepte kusur etmez. Yolda iki şeyh karşılaşsa siz onların uzun bir müddet birbirini buyur etmesini ve birbirleri ile musafaha-laşmak için eğildiklerini görürsünüz. Herkes birbiri ile kardeştir. Bir şeyhin bir tane müridi olabilir. Fakat kimse O'nun müridine karışmaz. Herkes birbirinin hatmesine girer. Bizim tarikatımız muhabbet üzeredir. Kimin bize muhabbeti yoksa yanımızda durması caiz değildir. Nurşin'de Arap, Türk, Kürt hep bir arada kardeşçe yaşamışlardır. Bu herkese örnek olmalıdır. Nurşin'e bağlı tekke-ler Nurşin'i dikkatle incelemeli ve Nakşibendî tarikatına bid'atlar sokmadan devam etmelidirler." Yaşlısının da, gencinin de "benlik davasını" göremediğiniz bir yerdir Nurşin. Orada insanların çoğundan şu cümleleri duyarsınız: "Biz, Allah için ne yaptık? Biz neyiz ki? Biz hiçiz, ben diye bir şey yok. Allah için canını veren Şeyh Abdurrahman-ı Taği'dir. Allah onun hatırına bizi affetsin." Mutasavvıflar caddesinin en önünde yürüyenler olmalarına rağmen tüm Müslümanların hizmetlerini; aileleri, çocukları, kardeşleriyle yapmaya çalışan insanlardır Nurşinliler... Sokaklarında yürürken gözünüzün harama bulaşmayacağını bildiğiniz yerdir Nurşin... Eski evlerin, toprak yolların, mütevazı insanların yaşadığı bu yere gittiğinizde içinizi bir huzur hâli kaplar. Gönül fatihlerinin yaşadığı bu yerler; sessiz, gösterişten uzak, imkânların kısıtlı olduğu mahrumiyet bölgeleridir. Fakat siz onları tanıdığınızda hayranlıkla müşahede ettiğimiz o yüksek düşünce seviyesi, sağlam mantık yapısı, karşı durulmaz gerçek sevgi bağı, kıvrak ve esprili zekâ ve bunlar yanında o ince nezaket, o yapmacıksız sevgi bağı ve o ahenkli kaynaşma ve dayanışmayı görebilirsiniz. İnsan Nurşin sultanlarının hayatlarını okurken ve bu hayatlara tanık olurken onların gönüllerde nasıl taht kurabildiklerini, kalabalıkları nasıl büyüleyip eşiklerine bağlayabildiklerini kolayca anlayabilir. Kalplerindeki engin insan sevgisi, sözlerinin şaşırtıcı sadeliği, yalınlığı yanındaki derinliği ve düşündürücülüğü, muhteşem heybetleri ile ters orantılı alçak gönüllükleri görülür. Hayatlarının gece gündüzünü insanlara hem manen hem madden iyilik edebilme hedefine adamış, yoğun ve asla çıkar gözetmeyen tükenmez gayretleri derhal göze çarpmaktadır. Şeyh Abdurrahman-ı Tagi (k.s), Hazret (k.s), Şeyh Maşuk(k.s), Seyda Şeyh Fadlullah (k.s); çok yüksek makamları temsil eden zatlardır. Kutb-ul Aktab, Kutb-ul Ârifin evsaflarını ifade etmişlerdir. Bu noktalarda olan insanlardır. Bu yol, bidatlerden ve hurafelerden uzaktır. Bütün evliyaullah bu yoldan gidiyor. Tedrisat noktasında, velayet noktasında Nurşin geçmişte ve gelecekte takip edilmeye önder olmaya devam edecektir.
Dipnot
(1) ) Bediuzzaman Said nursi'den alıntıdır.
(2) Bediuzzaman Said nursi'den alıntıdır.
(3)Abdurramman-ı Taği'nin hayatı, Evliyalar ansiklopedisi
(4) Abdurramman-ı Taği'nin hayatı, Evliyalar ansiklopedisi
(5) Darimi, Mukaddime, 34; Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih,267; Zebidi, İthaful's-Sade.I,369. (6) BEDİUZZAMAN; Emirdağ lahikasında mektup no24,say.169
(7) ) Bediuzzaman Said nursi'den alıntıdır.
(8)Sarıklı Mücahidler adlı kitaptan alıntı.
(9)Mustafa Kemal'in Nutuk'larından"Nurşunli Meşâyih-i İzamdan Şeyh Ziyaeddin Efendi Hazretlerine"
(1) ) Bediuzzaman Said nursi'den alıntıdı NURŞİN TARİHİ Tasavvuf merkezlerinden biri olan Nurşin sahip olduğu tarihi potansiyelle, yüzlerce yıla kök salan bir misyonun, köklü bir inancın temel taşıdır. Nurşin medreseleri ve hizmetleri, Nurşin'in tasavvufi yönü ve yetiştirdiği mutasavvıfların toplum üstünde etkileri büyüktür. Bu etkileri anlayabilmek için bu şahsiyetleri tanımamız ve olaylara vakıf olmamız gerekir. Tasavvufta önder olan insanları yetiştiren Nurşin, binlerce insanın eğitimine katkıda bulunmuştur. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri, Fethullah Verkansi Hazretleri, Muhammed Diyauddin Hazretleri, Ahmedel Haznevi Hazretleri, Seyda Fadlullah Hazetleri, Seyda Alameddin Hazretleri, günümüze ulaşan altın silsilenin halkalarındandır. Talebesi Bediüzzaman Said-i Nursi, Abdurrahman-ı Taği için şöyle der: "Ben dokuz yaşımda iken Abdurrahman-ı Taği'yi tanıdım. Bu zat velilere makam aldıran zattır." diyerek onu övmüştür. O'nun için Emirdağ mektuplarında Bediüzzaman "Nahiyemiz olan Hizan kazasına bağlı Isparit'e gelen meşhur Seyda namında Abdurrahman-ı Tağî, himmetiyle o kadar çok talebeler, hocalar ve âlimler yetiştirdiler ki bütün İslam âlemi onlar ile iftihar eder . Tarikat içinde öyle bir vaziyet hissediyorum ki yeryüzünü fethedecek bu hocalardır." diye Seyda-i Taği'den ileri dönemde yetişecek alimleri işaret eder ve ekler: "Benim ilmim Abdurrahman-ı Taği' nin ilminden bir damladır." Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin ilimde ve dinde çok değişik futühatlarını görebilirsiniz. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri öyle bir müjde ile müjdelenmiştir ki tüm ümmet-i Muhammed ondan istifade edecektir. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin bir hac yolculuğunda Medine-i Münevvere'yi ziyareti esnasında Ravza-i Mutahhara'da manevi bir hava oluşur. Mübarek Efendimiz'in sesi duyulur ve Abdurrahman-ı Taği Hazretleri Ravza-i Mutahhara'nın içine çağrılır. Kimsenin önüne yaklaştırılmadığı, nöbetçiler tarafından korunan o yeşil kapı görevli tarafından açılır ve Abdurrahman-ı Taği Hazretleri içeri girer, kendisine şu müjde verilir: "Onlara müjdele! Sana bağlı olup senin yolunda olanların sekeratı sehl olacaktır, yani ölümün zorluğu kolaylaştırılacaktır ve iman ile ruhlarını teslim edeceklerdir." Bu çok büyük bir müjde ve hediyedir. Bu yolda olup hayat kitabını yazan biz insanlar için ne güzel bir noktalanış... Bu olay iki yönlü ele alınmalıdır. Biri,Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin bu müjdeye nail olmasını sağlayan faktörler nelerdir? Diğeri, bu müjdeden faydalanmak isteyen insanın ne yapması gerektiğidir. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri mutasavvıf, âlim, zahid, mütevazı bir insandır. Dışarıdan baktığınızda bizim gibi birisidir. Fakat gönül dünyasında fırtınalar yaşanmaktadır. O, halk içinde Hak'la beraber olan bir insandır. Çok kısa bir sürede yüksek evliyalık derecesine ulaşan Abdurrahmân-ı Tâgî bir sabah hocasının huzuruna giderek: "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâl zikrini duyuyorum. Hatta önümde yürüyen köpekten bile o zikri duydum." dedi. Öyle bir hâle gelmişti ki her bir adımında kalbinden 70000 kelime-i tevhid zikredebiliyordu, o kalbini tek bir sevgiye yani Allah sevgisine bağlayan bir zattı. Hocasının emri üzerine iki yıl müddetle Isparit kadılığı, yani bugünün deyimiyle hâkimlik yaptı. Bu vazifesi esnasında insanlara güzel ahlakı ve hoşgörüsüyle hizmet etti. Velilere makam aldıran bu zatSultan II. Abdülhamit Han döneminde yaşadı. Sultan II. Abdülhamit Han, Şazeli tarikatına bağlanmış, bu yolda ömrünün son dönemlerine kadar makam-ı reşadete kadar yükseldiği bildirilmiştir. Hatta zamanın kutbul ariflerinden Şeyh Abdurrahman-ı Taği'ye mücedditlik geldiği hâlde o, bu görevi üstlenmekle padişahla kıyaslandığında faydasının sınırlı olabileceğini düşünerek bu görevi nüfuz sahaları geniş olan, gerek iç gerekse İslam dünyasına etkisiyle bilinen, veli tabiatlı, Ulu Hakan Abdülhamit Han'a devretmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Velilere makam aldıran bu zat, tevazu örneği göstererek mücedditliği Ulu Hakan Abdülhamit Han'a manevi kanal yoluyla devrediyor ve Abdurrahman Taği, Sultan II. Abdülhamid Han'ın bulunduğu asrının müceddidi olduğunu bildiriyor. İnsanoğlunun tarihsel gelişim sürecinin dönüm noktalarında bazı mekânların kendine has bir rolü olduğu görülür. Nurşin de bu mekânlardan biridir. Nurşin doğuda bir medeniyet merkezidir. Taş duvarları arasında Osmanlı medeniyetinin izlerini bulabilirsiniz. Osmanlı hoşgörüsünün ve gönüllüğünün tezahürü olan Nurşin'de Türk'ün, Kürt'ün, Alevi'nin ve Ermeni'nin bir arada kardeşçe nasıl yaşadığının, birlikte nasıl hizmet ettiklerinin örneklerini tespit edebilirsiniz. Oradaki önder şahsiyetlerin, bizim öteki gözüyle baktığımız insanları nasıl bir araya topladığını, bir köprü yapımı esnasında görebilirsiniz. Abdurrahman-ı Taği Murat Nehri üzerinde Hınıs Köprüsü'nü bizzat başında durarak yaptırmıştır. İnşaatın yanına bir çadır kurulur ve işler yakından takip edilir. Şeyh ve mürid aynı işte birlikte çalışır. Abdurrahman-ı Taği çadırında bir hasırın üstünde oturan, üstünde yamalı elbisesi olan, yoğurda kuru ekmek doğrayarak yemeğini hazırlayan, kalbini dünya muhabbeti ve onun nimetlerinden soyutlamış bir mutasavvıf örneği olarak orada bulunur. Köprünün işleri ilerlediğinde çalışanların sayısı yeterli olmaz ve Abdurrahman-ı Taği Ermeni köylerine gidilip onların yardım için çağrılmalarını ister. Halifelerinden Abdulkahhar Efendi, Ermeni köylülerin gelip gelmeyeceği konusunda tereddüt içindedir; ancak yine de aldığı emri Ermenilere bildirir - Abdurrahman-ı Taği'nin onları çağırdığını söyler - , "Eğer o çağırmışsa biz hemen geliyoruz." diyen Ermeniler kazma ve küreklerini alarak köprü inşaatına yardıma gelirler. O bölgede yaşayan, medreseye hizmetleri dokunan Hıristiyanlara Abdurrahman-ı Taği'yi çok sevdikleri hâlde neden Müslüman olmadıkları sorulduğunda bizlere ibret niteliğinde şu cevabı verirler: "Abdurrahman-ı Taği gibi bir Müslüman olacağımızı bilsek hemen iman ederiz. Sizin gibi Müslüman olmaktan korkuyoruz." cevabını verirler. Birleştirici ve etrafındakilere güzel örnek olan Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'ne bu yaptığı hizmetler ve fedakârlıklar karşılığında Abdülhamit Han tarafından berat ve nişan verilir. Nurşin, son zamanlarda Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleriyle de gündeme gelmiştir. 150 yıldır Nurşin divanı az önce de söylediğimiz gibi kültür ve dil farklılığı olan insanları birleştirici ve kucaklayıcı özelliği ile hep ön plana çıkmıştır. Bilirsiniz bazen, bazı kavramlar, bazı ifadeler ve kelimeler, zihinlerde ve kalplerde söyleyenin kastını çok aşabilecek çağrışımlar uyandırır. İşte... Nurşin kelimesi de bunlardan biridir. Suriye'de yaşayan büyük mutasavvıf Ahmed-el Haznevi'nin, yaz kış demeden, bazen donmak pahasına günlerce yürüyerek yollarını aşındırdığı, nispet aradığı ilim ve irfan yuvasının büyüklüğü, bağrında yatan nur silsilesinden, özellikle de Ahmed-el Haznevi'nin üstadı, büyük mutasavvıf Muhammed Diyauddin'den gelir. Kökünü ilim ve irfandan alan bir ağacın dallarından biri olan "Hazret" lakabıyla bilinen Muhammed Diyaüddin Hazretleri kimdir? Muhammed Diyaüddin Hazretleri, bakırı nazarıyla altın yapan, dokunduğu çamuru misk-ü amber kokutan, bir nur silsilesinin en parlak halkalarından biridir. Hem büyük âlim Abdurrahman-ı Taği'nin oğlu, hem de Fethullah Verkanisi'nin öğrencisidir. Feyiz aldığı nur silsilesi, Bağdatlı Mevlana Halid (k.s), İmam-ı Rabbani (k.s), Şah-i Nakşıbend (k.s) ve Selman-ı Farisi (r.a) gibi nur halkaları aracılığıyla Hz. Ebubekir'e, buradan da Fahr-i Kainat Efendimiz'e kök salar.Yetiştirdikleri velileriyle yüzlerce yıldır Orta Doğu'da, Orta Asya'da, Uzak Doğu'da, Avrupa'da, Avustralya'da, Amerika'da bu insanlar ayak basmadık yer bırakmadılar. Himmetleriyle bütün dünyayı kuşattılar. Allah dostlarının, Ahmed Yesevi'nin, Yunus Emre'nin, Hacı Bayram'ın, Akşemseddin'in, Şeyh Şamil'in, Sultan Abdulhamid'in, Bediüzzaman'ın beslendiği kaynak da bu nur silsilesidir. Türk, Kürt, Arap, Çeçen, Gürcü, Farisi, Hintli, velhasıl her milletten, her dilden, her renkten, her ırktan insan bu silsilenin içindedir. Bu nedenle, Muhammed Diyauddin, Nurşin'den şöyle seslenir: "Burası öyle bir kapıdır ki gelene 'Niye geldin?' gidene de 'Niye gittin.' diye sorulmaz." Hazret de Mevlana gibi son derece zengin çağrışımları olan bir mutasavvıftır. Hazret tam otuz dört yıl dini tedrisat ve irşatla meşgul oldu, fakat hayatının bir dönemi savaş yıllarına rastlar. Bu zatlar vazifenin hangisi kendilerinden istenmişse onu seve seve yerine getirmişlerdir. O yıllarcephede olma zamanıdır. Çünkü tüm büyükler yetiştirdikleri ile birlikte cephededir. Bir tarafta Üstad Bediüzzaman, bir tarafta Hazret aynı cephede omuz omuza. Fakat cephede olmak Allah'a yaklaşmaya daha büyük bir vesiledir. Onunla cephede birlikte olan bir zat: "İşte hakiki şeyhlerden biri bu idi. Biz onunla aynı cephede Ruslara karşı cihat ederken yemin ederim ki her namaz vakti geldiğinde: 'Haydi arkadaşlar namazımızı cemaatle kılalım.' ve her ikindiden sonra yine: 'Haydi arkadaşlar cemaatle hatmemizi yapalım.' der ve hep beraber hem namazımızı kılar hem de hatmemizi yapardık. Hazret'e: 'Efendim cihattayız. Namaz cemaatle olmasa, hatta hatme bile olmasa olur.' denilince kendisi: 'Hayır cihat ayrıdır, bu vazife ayrıdır. Biz hem cihat ederiz, hem vazifemizi yaparız." derdi. O sıralarda bir yerde arkadaşları ile beraber bir top mermisi bulurlar. Onunla uğraşırken mermi patlar ve Hazret'in bir kolu kopar. Ondan sonra artık tek kolla hayatının sonuna kadar irşat ve tedrisata devam eder. Bu savaşta Hazret'in kardeşlerinden Muhammed Said şehit olduğunda Hazret'in takındığı tavır çok ilginçtir. Şahadet haberini aldığında ilk sorduğu göğsünden mi, sırtından mı vurulduğudur. Göğsünden vurulduğu cevabını alınca: - Hamdolsun, demek ki kardeşim düşmandan kaçmamış, hakiki şehit olmuştur. Şükürler olsun ki... Seyda ailesi bir şehit vermiştir, diyerek bizi teselli ettiler. Nurşin'de o kadar mükemmel bir İslami hayat tesis ettirmişlerdi ki herkes onlara hayrandı. Bu insanlar zannedildiği gibi sadece evlerinde oturarak kendilerine gelen insanlarla ilgilenip ibadetle meşgul olan insanlar değildirler. Gerektiğinde çevresindeki herkesi toplayıp vatan müdafaasına katılan, şehit veren, gazi olan, siyaset yapılması gerektiği zamana ve duruma göre İslami ölçülerde davranan insanlardır. Silsilenin son halkası, Abdurrahman-ı Taği'nin torunu, âlim, zahid, takva sahibi Seyda Fadlullah Hazretleri'nde dedelerinin tüm özelliklerini görmek mümkündür. Seyda benliğine köle olmuş insanlara, ben içinde bir başka beni arayan insanı bize hatırlatan insandı. Bütün dünya gezilip dolaşıldığında varılan en son menzile kadar, sadat-ı kiramın en büyükortak noktası ilimdir, irfandır, edeptir, güzel ahlâktır, insan-ı kâmil olmaktır. İnsanlığın kurtuluş ve selameti için meydana getirdikleri eserler ve vazifelerinin devamı için yetiştirdikleri âlimler hepsinin ortak özelliklerindendir. İşte Seyda Fadlullah Hazretleri de Seyda Alameddin'i varisi olarak yetiştirmiştir. Şuanda vazifeyi, bu mübarek zat devam ettirmektedir.Çocukluk yıllarından itibaren Üstadımız Fadlullah Hazretleri'nin özel bir ihtimam ve gayretleri ile yetişmiş, babasının yüksek ahlâk ve seciyesini, hizmet anlayışını yaşayarak öğrenmiştir. Uzun yıllar Muhammed Dalan Hoca Efendi'den medrese eğitimi almış, Tillo'da bulunan Molla Burhan Hazretleri'nin yanında eğitimini tamamlamıştır. İleri düzeyde Arapça bilmektedir. Tefsir, Hadis, Fıkıh ve diğer alanlarda eğitimini tamamlayarak müderrislik görevini ifa etmektedir. İşte Nurşin; kaynağını Efendimiz'den alan bir nur silsilesinin dalga dalga yayılıp Abdurrahman-i Taği Hazretleri, Muhammed Diyaüddin Hazretleri, Şeyh Fadlullah Hazretleri, Seyda Alameddin Hazretleri ve Halk içinde Hak'la beraber yaşayan daha nice evliya yetiştiren bir ekolün sembolü, manevi bir beldedir. Nurdan filizlenen, nurda son bulan bir halkanın sahip olduğu bütün güzellikleri içinde barındıran bir iklimdir. Nurşin kardeşlik, Nurşin birlik beraberlik, Nurşin insana verilen değer demektir. Nurşin, insanlığı susuzluğundan kurtaracak kaynaktır. Tasavvuf merkezlerinden biri olan Nurşin sahip olduğu tarihi potansiyelle, yüzlerce yıla kök salan bir misyonun, köklü bir inancın temel taşıdır. Nurşin medreseleri ve hizmetleri, Nurşin'in tasavvufi yönü ve yetiştirdiği mutasavvıfların toplum üstünde etkileri büyüktür. Bu etkileri anlayabilmek için bu şahsiyetleri tanımamız ve olaylara vakıf olmamız gerekir. Tasavvufta önder olan insanları yetiştiren Nurşin, binlerce insanın eğitimine katkıda bulunmuştur. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri, Fethullah Verkansi Hazretleri, Muhammed Diyauddin Hazretleri, Ahmedel Haznevi Hazretleri, Seyda Fadlullah Hazetleri, Seyda Alameddin Hazretleri, günümüze ulaşan altın silsilenin halkalarındandır. Talebesi Bediüzzaman Said-i Nursi, Abdurrahman-ı Taği için şöyle der: "Ben dokuz yaşımda iken Abdurrahman-ı Taği'yi tanıdım. Bu zat velilere makam aldıran zattır." diyerek onu övmüştür. O'nun için Emirdağ mektuplarında Bediüzzaman "Nahiyemiz olan Hizan kazasına bağlı Isparit'e gelen meşhur Seyda namında Abdurrahman-ı Tağî, himmetiyle o kadar çok talebeler, hocalar ve âlimler yetiştirdiler ki bütün İslam âlemi onlar ile iftihar eder . Tarikat içinde öyle bir vaziyet hissediyorum ki yeryüzünü fethedecek bu hocalardır." diye Seyda-i Taği'den ileri dönemde yetişecek alimleri işaret eder ve ekler: "Benim ilmim Abdurrahman-ı Taği' nin ilminden bir damladır." Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin ilimde ve dinde çok değişik futühatlarını görebilirsiniz. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri öyle bir müjde ile müjdelenmiştir ki tüm ümmet-i Muhammed ondan istifade edecektir. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin bir hac yolculuğunda Medine-i Münevvere'yi ziyareti esnasında Ravza-i Mutahhara'da manevi bir hava oluşur. Mübarek Efendimiz'in sesi duyulur ve Abdurrahman-ı Taği Hazretleri Ravza-i Mutahhara'nın içine çağrılır. Kimsenin önüne yaklaştırılmadığı, nöbetçiler tarafından korunan o yeşil kapı görevli tarafından açılır ve Abdurrahman-ı Taği Hazretleri içeri girer, kendisine şu müjde verilir: "Onlara müjdele! Sana bağlı olup senin yolunda olanların sekeratı sehl olacaktır, yani ölümün zorluğu kolaylaştırılacaktır ve iman ile ruhlarını teslim edeceklerdir." Bu çok büyük bir müjde ve hediyedir. Bu yolda olup hayat kitabını yazan biz insanlar için ne güzel bir noktalanış... Bu olay iki yönlü ele alınmalıdır. Biri,Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'nin bu müjdeye nail olmasını sağlayan faktörler nelerdir? Diğeri, bu müjdeden faydalanmak isteyen insanın ne yapması gerektiğidir. Abdurrahman-ı Taği Hazretleri mutasavvıf, âlim, zahid, mütevazı bir insandır. Dışarıdan baktığınızda bizim gibi birisidir. Fakat gönül dünyasında fırtınalar yaşanmaktadır. O, halk içinde Hak'la beraber olan bir insandır. Çok kısa bir sürede yüksek evliyalık derecesine ulaşan Abdurrahmân-ı Tâgî bir sabah hocasının huzuruna giderek: "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâl zikrini duyuyorum. Hatta önümde yürüyen köpekten bile o zikri duydum." dedi. Öyle bir hâle gelmişti ki her bir adımında kalbinden 70000 kelime-i tevhid zikredebiliyordu, o kalbini tek bir sevgiye yani Allah sevgisine bağlayan bir zattı. Hocasının emri üzerine iki yıl müddetle Isparit kadılığı, yani bugünün deyimiyle hâkimlik yaptı. Bu vazifesi esnasında insanlara güzel ahlakı ve hoşgörüsüyle hizmet etti. Velilere makam aldıran bu zat Sultan II. Abdülhamit Han döneminde yaşadı. Sultan II. Abdülhamit Han, Şazeli tarikatına bağlanmış, bu yolda ömrünün son dönemlerine kadar makam-ı reşadete kadar yükseldiği bildirilmiştir. Hatta zamanın kutbul ariflerinden Şeyh Abdurrahman-ı Taği'ye mücedditlik geldiği hâlde o, bu görevi üstlenmekle padişahla kıyaslandığında faydasının sınırlı olabileceğini düşünerek bu görevi nüfuz sahaları geniş olan, gerek iç gerekse İslam dünyasına etkisiyle bilinen, veli tabiatlı, Ulu Hakan Abdülhamit Han'a devretmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Velilere makam aldıran bu zat, tevazu örneği göstererek mücedditliği Ulu Hakan Abdülhamit Han'a manevi kanal yoluyla devrediyor ve Abdurrahman Taği, Sultan II. Abdülhamid Han'ın bulunduğu asrının müceddidi olduğunu bildiriyor. İnsanoğlunun tarihsel gelişim sürecinin dönüm noktalarında bazı mekânların kendine has bir rolü olduğu görülür. Nurşin de bu mekânlardan biridir. Nurşin doğuda bir medeniyet merkezidir. Taş duvarları arasında Osmanlı medeniyetinin izlerini bulabilirsiniz. Osmanlı hoşgörüsünün ve gönüllüğünün tezahürü olan Nurşin'de Türk'ün, Kürt'ün, Alevi'nin ve Ermeni'nin bir arada kardeşçe nasıl yaşadığının, birlikte nasıl hizmet ettiklerinin örneklerini tespit edebilirsiniz. Oradaki önder şahsiyetlerin, bizim öteki gözüyle baktığımız insanları nasıl bir araya topladığını, bir köprü yapımı esnasında görebilirsiniz. Abdurrahman-ı Taği Murat Nehri üzerinde Hınıs Köprüsü'nü bizzat başında durarak yaptırmıştır. İnşaatın yanına bir çadır kurulur ve işler yakından takip edilir. Şeyh ve mürid aynı işte birlikte çalışır. Abdurrahman-ı Taği çadırında bir hasırın üstünde oturan, üstünde yamalı elbisesi olan, yoğurda kuru ekmek doğrayarak yemeğini hazırlayan, kalbini dünya muhabbeti ve onun nimetlerinden soyutlamış bir mutasavvıf örneği olarak orada bulunur. Köprünün işleri ilerlediğinde çalışanların sayısı yeterli olmaz ve Abdurrahman-ı Taği Ermeni köylerine gidilip onların yardım için çağrılmalarını ister. Halifelerinden Abdulkahhar Efendi, Ermeni köylülerin gelip gelmeyeceği konusunda tereddüt içindedir; ancak yine de aldığı emri Ermenilere bildirir - Abdurrahman-ı Taği'nin onları çağırdığını söyler - , "Eğer o çağırmışsa biz hemen geliyoruz." diyen Ermeniler kazma ve küreklerini alarak köprü inşaatına yardıma gelirler. O bölgede yaşayan, medreseye hizmetleri dokunan Hıristiyanlara Abdurrahman-ı Taği'yi çok sevdikleri hâlde neden Müslüman olmadıkları sorulduğunda bizlere ibret niteliğinde şu cevabı verirler: "Abdurrahman-ı Taği gibi bir Müslüman olacağımızı bilsek hemen iman ederiz. Sizin gibi Müslüman olmaktan korkuyoruz." cevabını verirler. Birleştirici ve etrafındakilere güzel örnek olan Abdurrahman-ı Taği Hazretleri'ne bu yaptığı hizmetler ve fedakârlıklar karşılığında Abdülhamit Han tarafından berat ve nişan verilir. Nurşin, son zamanlarda Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleriyle de gündeme gelmiştir. 150 yıldır Nurşin divanı az önce de söylediğimiz gibi kültür ve dil farklılığı olan insanları birleştirici ve kucaklayıcı özelliği ile hep ön plana çıkmıştır. Bilirsiniz bazen, bazı kavramlar, bazı ifadeler ve kelimeler, zihinlerde ve kalplerde söyleyenin kastını çok aşabilecek çağrışımlar uyandırır. İşte... Nurşin kelimesi de bunlardan biridir. Suriye'de yaşayan büyük mutasavvıf Ahmed-el Haznevi'nin, yaz kış demeden, bazen donmak pahasına günlerce yürüyerek yollarını aşındırdığı, nispet aradığı ilim ve irfan yuvasının büyüklüğü, bağrında yatan nur silsilesinden, özellikle de Ahmed-el Haznevi'nin üstadı, büyük mutasavvıf Muhammed Diyauddin'den gelir. Kökünü ilim ve irfandan alan bir ağacın dallarından biri olan "Hazret" lakabıyla bilinen Muhammed Diyaüddin Hazretleri kimdir? Muhammed Diyaüddin Hazretleri, bakırı nazarıyla altın yapan, dokunduğu çamuru misk-ü amber kokutan, bir nur silsilesinin en parlak halkalarından biridir. Hem büyük âlim Abdurrahman-ı Taği'nin oğlu, hem de Fethullah Verkanisi'nin öğrencisidir. Feyiz aldığı nur silsilesi, Bağdatlı Mevlana Halid (k.s), İmam-ı Rabbani (k.s), Şah-i Nakşıbend (k.s) ve Selman-ı Farisi (r.a) gibi nur halkaları aracılığıyla Hz. Ebubekir'e, buradan da Fahr-i Kainat Efendimiz'e kök salar.Yetiştirdikleri velileriyle yüzlerce yıldır Orta Doğu'da, Orta Asya'da, Uzak Doğu'da, Avrupa'da, Avustralya'da, Amerika'da bu insanlar ayak basmadık yer bırakmadılar. Himmetleriyle bütün dünyayı kuşattılar. Allah dostlarının, Ahmed Yesevi'nin, Yunus Emre'nin, Hacı Bayram'ın, Akşemseddin'in, Şeyh Şamil'in, Sultan Abdulhamid'in, Bediüzzaman'ın beslendiği kaynak da bu nur silsilesidir. Türk, Kürt, Arap, Çeçen, Gürcü, Farisi, Hintli, velhasıl her milletten, her dilden, her renkten, her ırktan insan bu silsilenin içindedir. Bu nedenle, Muhammed Diyauddin, Nurşin'den şöyle seslenir: "Burası öyle bir kapıdır ki gelene 'Niye geldin?' gidene de 'Niye gittin.' diye sorulmaz." Hazret de Mevlana gibi son derece zengin çağrışımları olan bir mutasavvıftır. Hazret tam otuz dört yıl dini tedrisat ve irşatla meşgul oldu, fakat hayatının bir dönemi savaş yıllarına rastlar. Bu zatlar vazifenin hangisi kendilerinden istenmişse onu seve seve yerine getirmişlerdir. O yıllarcephede olma zamanıdır. Çünkü tüm büyükler yetiştirdikleri ile birlikte cephededir. Bir tarafta Üstad Bediüzzaman, bir tarafta Hazret aynı cephede omuz omuza. Fakat cephede olmak Allah'a yaklaşmaya daha büyük bir vesiledir. Onunla cephede birlikte olan bir zat: "İşte hakiki şeyhlerden biri bu idi. Biz onunla aynı cephede Ruslara karşı cihat ederken yemin ederim ki her namaz vakti geldiğinde: 'Haydi arkadaşlar namazımızı cemaatle kılalım.' ve her ikindiden sonra yine: 'Haydi arkadaşlar cemaatle hatmemizi yapalım.' der ve hep beraber hem namazımızı kılar hem de hatmemizi yapardık. Hazret'e: 'Efendim cihattayız. Namaz cemaatle olmasa, hatta hatme bile olmasa olur.' denilince kendisi: 'Hayır cihat ayrıdır, bu vazife ayrıdır. Biz hem cihat ederiz, hem vazifemizi yaparız." derdi. O sıralarda bir yerde arkadaşları ile beraber bir top mermisi bulurlar. Onunla uğraşırken mermi patlar ve Hazret'in bir kolu kopar. Ondan sonra artık tek kolla hayatının sonuna kadar irşat ve tedrisata devam eder. Bu savaşta Hazret'in kardeşlerinden Muhammed Said şehit olduğunda Hazret'in takındığı tavır çok ilginçtir. Şahadet haberini aldığında ilk sorduğu göğsünden mi, sırtından mı vurulduğudur. Göğsünden vurulduğu cevabını alınca: - Hamdolsun, demek ki kardeşim düşmandan kaçmamış, hakiki şehit olmuştur. Şükürler olsun ki... Seyda ailesi bir şehit vermiştir, diyerek bizi teselli ettiler. Nurşin'de o kadar mükemmel bir İslami hayat tesis ettirmişlerdi ki herkes onlara hayrandı. Bu insanlar zannedildiği gibi sadece evlerinde oturarak kendilerine gelen insanlarla ilgilenip ibadetle meşgul olan insanlar değildirler. Gerektiğinde çevresindeki herkesi toplayıp vatan müdafaasına katılan, şehit veren, gazi olan, siyaset yapılması gerektiği zamana ve duruma göre İslami ölçülerde davranan insanlardır. Silsilenin son halkası, Abdurrahman-ı Taği'nin torunu, âlim, zahid, takva sahibi Seyda Fadlullah Hazretleri'nde dedelerinin tüm özelliklerini görmek mümkündür. Seyda benliğine köle olmuş insanlara, ben içinde bir başka beni arayan insanı bize hatırlatan insandı. Bütün dünya gezilip dolaşıldığında varılan en son menzile kadar, sadat-ı kiramın en büyükortak noktası ilimdir, irfandır, edeptir, güzel ahlâktır, insan-ı kâmil olmaktır. İnsanlığın kurtuluş ve selameti için meydana getirdikleri eserler ve vazifelerinin devamı için yetiştirdikleri âlimler hepsinin ortak özelliklerindendir. İşte Seyda Fadlullah Hazretleri de Seyda Alameddin'i varisi olarak yetiştirmiştir. Şuanda vazifeyi, bu mübarek zat devam ettirmektedir.Çocukluk yıllarından itibaren Üstadımız Fadlullah Hazretleri'nin özel bir ihtimam ve gayretleri ile yetişmiş, babasının yüksek ahlâk ve seciyesini, hizmet anlayışını yaşayarak öğrenmiştir. Uzun yıllar Muhammed Dalan Hoca Efendi'den medrese eğitimi almış, Tillo'da bulunan Molla Burhan Hazretleri'nin yanında eğitimini tamamlamıştır. İleri düzeyde Arapça bilmektedir. Tefsir, Hadis, Fıkıh ve diğer alanlarda eğitimini tamamlayarak müderrislik görevini ifa etmektedir. İşte Nurşin; kaynağını Efendimiz'den alan bir nur silsilesinin dalga dalga yayılıp Abdurrahman-i Taği Hazretleri, Muhammed Diyaüddin Hazretleri, Şeyh Fadlullah Hazretleri, Seyda Alameddin Hazretleri ve Halk içinde Hak'la beraber yaşayan daha nice evliya yetiştiren bir ekolün sembolü, manevi bir beldedir. Nurdan filizlenen, nurda son bulan bir halkanın sahip olduğu bütün güzellikleri içinde barındıran bir iklimdir. Nurşin kardeşlik, Nurşin birlik beraberlik, Nurşin insana verilen değer demektir. Nurşin, insanlığı susuzluğundan kurtaracak kaynaalınmıştır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol